Siyah Pecete

 

Günün aydınlanması çok zor. Sabahın pasını üzerinden atmamışken, sisli havada ter su içinde kalmışsın. Kirli elini yüzünü yıkamadan, uzanmışsın boylu boslu yatağına. Yanı başında duran gazeteler, dergiler...Romanının yarısın gelmiş elindeki kitabın sayfasında kırmızı bir şerit bağlı unutmamak için, kaldığı sayfayı fazla aramadan bulup okumak, ama kirli pasaklı haliyle, dağıtmış kendini uğraşını bırakmış bir kenara...Umrunda değil dışarıdaki sisli hava, kaşınmaya başlayan vücudu kaşındıkça yara olmaya ve bir hastalık sıtmasına yakalanmaktan korkarak yerinden kalkmıyor.

Belki de işine öyle geliyordu. Yeltendi kalkmak için, helaya doğru yürüdü yavaş yavaş...
Musluğun başını yavaşça çevirdi, bekledi ki su aksın. Sonra suyun damlası arada bir tane tane düşmeye başladı, uzun bir müddet aynaya baktı, karşısındaki bir çift göze, ayırmadan gözlerini...

Saçının sakalının kendinden geçmiş haline baktı, elini uzattı usturaya:
'Tıraş olmalıyım.'dedi.
Suyun akmadığının yine farkına varmadı! Yüzünü traş fırçası ile sabunladı. Dalmıştı ki; arada bir damlayan su ara sıra fazlalaşıp, bazen de tek tek 'şıp şıp' diye lavobanın içine düşüyor.

Damlalara baktı, sinirlenip el havlusuyla elini yüzünü sildi:
'Suyun parası ödenmemiş ondan kesilmiş.' diye içinden geçirdi. Yattığı yöne doğru yürüdü milimetrelik adımlarla...Duvarları elleriyle abanarak kendini bitkin bırakanın ne olduğunu düşündü. Boynunu aşağıya doğru eğdi ve ayaklarına baktı, parmakları zayıflamıştı.Üzerindeki damarlar çıkmıştı benek benek. Ayağında morarmış lekeler gördü:
'Bu ne.' diye içinden seslendi. Doğduğu günden bu yana yaşını hesaplamamıştı!

Tek bir göz odanın içinde emeklilik maaşıyla geçindiğini anımsayarak daldı. Dizlerine baktı, pijamasını yukarı çekti. Benek benek o lekeleri orada da gördü, elinin üzerinde de o lekelerden vardı. Aynaya yeniden bakmak için yürüdü, alnında ve göz yanlarında, yüzünün belirli yerlerinde o lekelerden vardı:
'Bu ne bu ne.' diyerek kendinden korkmaya başladı. Mutfağa doğru hem yürüyor hem de kendi kendine konuşuyordu. Dizlerine kadar çektiği pijaması öylece kalmıştı.

Evi su basmış da, dizlerine kadar toplamış pijamasını görünümü vardı, aldırmadı...Dolaplara baktı, beş on zeytin, ekmek dilimleri. Sinekler konmuş balın üzerine! Yağ erimiş kabın içinde, böcekler geziyor duvarlarda, elbiseler bağlamış köşeleri. Örümcekler ağ kurmuşlar bulguruna, ununa, şekerine. Baktı; siyah siyah böcekler içinde kol geziyor. Eline aldığı tas yıkanmamış, belli ki yatağa düştüğünden bu yana çok uzun zaman geçmişti. Aylarca yattığı yataktan kalkamamıştı, nasıl olmuştu da derman gelmişti...

Saate baktı, saat gecenin zifir karanlığı:
'Bu saate ben ayaktayım.' dedi güldü. Kendi kendine çevresine baktı. Elindeki bardağı yavaşça yerine koydu:
'Bu saatte suyu nasıl bulurum.' dedi.
'Komşulara çıksam bu saate rahatsız etmek istemem' diyerek geri yatağına yürüdü. Yorganına baktı, lambayı yaktı. Yama vurulmuş içindeki çabutlar bezler köşelerden çıkmıştı. İpliğinin bazı yerlerinin sökülmüş olduğunu gördü, yastığına baktı sararmış!

Ağzından akan seller kirletmişti:
'Yıkamalıyım yıkamalıyım.' dedi.
'Sabah beni zorlu bir iş bekliyor.' diyerek pencereye yöneldi, tozlanmış cama solmuş çiçeklere üzüntü içinde boynunu bükerek baktı:
'Ben gibi sizlerde öksüz garip kalmışsınız.' dedi. Ve devam etti:
'Suyun olmadığını nasıl anlatırım bu çiçeklere? '
Dertleştiği, gözü gibi baktığı çiçekler boynunu bükmüş yatmış şekilde saksının içinde duruyorlardı. Perdeyi araladı, zaman geçmişti. Kırık bir iskemleye oturmak istedi, yaslanıp geriye sallanmak, unutmak düşündüklerini ve ne yapmak istediğini sabaha bırakmak yerine:
'Mutlaka dışarıda açık bir lokanta vardır, bidonları elime alır su getirim.' dedi.
Topukları delik deşik olan çoraplarını giydi:
'Pijamalarımı çıkarıyım bunla sokağa çıkmamalıyım.' dedi.
Yamalı pantolonunu ve yırtık gömleğini giydi. Bir kaç bidon aldı eline ve kapıyı açtı. Yavaşça anahtarı çevirdi:
'Rahatsız olmasın uyanlar bu saate.'


Elinde bidonlar su aramaya çıktı. Açık bir lokantanın kapısına kadar geldi garsonların içeride koşuşturduğunu gördü pencereden:
'Bu üst başla nasıl su isterim en iyisi biri beni fark edene kadar bekleyim. Kapının eşiğinde biri görür, ne aradığımı ne istediğimi sorar. Bende su almaya geldiğimi söylerim.'

Uzun bir zaman bekledi kapının eşiğinde. Ne çıkan ne de giren vardı! Titrek elleriyle cama vurdu. Kimse duymuyordu! Bir kaç kez daha vurmanın ardından eline taş aldı ve hırsla cama hızlı bir şekilde vurdu. Cam kırıldı, adımını yavaş yavaş atarak geriye çekildi. İçerden koşmaya başladılar dışarıya. Yaşlı bir adam elinde bidon belli ki bir şey istemeye gelmiş! Ne kızabildiler ne de bir şey diyebildiler. Göz göze bakışıp:
'Amca amca hayırdır bu saate. Camda kırıldı.'
'Ne yapacağız çocuklar? Kusura bakmayın istemden oldu. Sesleneyim derken cam kırılı verdi. Su almaya gelmiştim, evdeki musluklar kesilmiş akmıyor. Gecenin bu saatinde bana su verirseniz, benim gibi garip kimsesiz adamı sevindirmiş olur, sizlerde sevap işlemiş olursunuz.'

Garson elinden bidonları aldı, suları doldurdu:
'Al amca bu günlük bu gecelik seni idare edecek kadar su.' dedi.
Suyu aldı ve arkasına bakmadan evin yolunu tuttu. Kapıyı yavaşça açtı ve sessizce içeri girdi.
Çok sevinmişti. Suyu almış, dünya onun olmuştu:
'Önce çiçeklere su vermeliyim, ölmediğime sevinmeliyim.' diyerek dermansız,güçsüz bir şekilde çiçeklere suyu döktü:
'Sabaha kadar canlanırsınız eyyik olan boynunuz dinelir, bende bardakları tabakları yıkayayım. Sonrada elimi yüzümü güzel bir tıraş edeyim. Başaklarımdaki tüylerimi de jiletle alayım leke olmuş. Bu morarıklar da geçer belkide.' diyerek bardakları tabakları yıkadı.

Süpürgeyle duvardaki örümcek ağlarını aldı, zeytinleri ekmekleri çöpe atmak istedi. Koku geliyordu burnunun direği sızladı. Kurt düşmüştü çöpe onları da temizledi. Ortalığı da toplayıp yorganının yüzünü çıkardı, leğen bir teştin içinde:
'Suyla ıslı kalsın.' dedi. Sabaha kadar ıslı kalır yıkarım asarım diye düşündü. Yastığını değiştirdi:
'Battaniyeyle bu gece uyuyayım.' derken lavaboya doğru yürüdü. Elini yüzünü, tüylerini yüzündeki sakalları usturayla tıraş etti:
'Parladım. Şöyle bir aynaya bakayım, güzel olmuş. Şimdi rahat bir uyku uyuyabilirim.'

Işığı geçirdi, kitaplarına ve gazetelere baktı:
'Uyumalıyım. Sabah daha dinç olmalıyım, yara bere olan vücuduma ezaneden ilaç alıp sürmeliyim.'
Uzandı yatağına, çekti battaneyi üzerine. Yırtık çoraplı ayak parmaklarına baktı:
'Üşümem bu akşam.' diyerek dalgın bir şekilde gözlerini yumdu. Bedeni uyumuş ama gözleri uyuyamamıştı. Bir anda uykulu bir şekilde karanlıkta mutfağa baktı, ses geldiğini duydu. Gölgelerin geçtiğini gördü. Bir kaç gölge mutfakta bir şeyler yapıyordu. Gölgelerin lavaboya doğru gittiğini gördü. Beden uyuyor ama gözleri açık bir şekilde gölgeleri izliyordu. Evinin içindeki bu gariplikler neydi? Ayağının çekildiğini, bir elin dokunduğunu hissetti! Ayaklarını çekemiyor, bedenini oynatamıyordu. Canından can çıkıyordu. Bağırsa bağrayamıyor, çağırsa çağıramıyordu...Yavaş yavaş çağırma ve düşünme duyusu da kaybolmuştu. Çünkü, canından can kopmuştu…


Yusuf Ter 14.10.05
Saat 09:11 İsviçre